Kaçınız henüz küçücük bir öğrenciyken okulunuzda bayram için hazırlandı? Haftalar öncesinden provalar yaptı? Bayramların benim çocukluğumda ayrı bir yeri vardı. Pek çoğunuzun da hafızasında acı tatlı pek çok anı vardır bayramlarla ilgili. Özellikle belirli günlerde bu anılar canlanır. İnsan bazen hüzünlenir, bazen heyecanlanır eskiyi hatırlayınca. Belki bazen de biraz sinirlenir. Ben artık eskiyi hatırladığımda önce hüzünleniyor, sonra ise sinirleniyorum. Şimdiden “ah nerede o eski bayramlar” edebiyatı yapacağımı anlamışsınızdır. Elimde değil. Bayram günü gelmeden yaptığımız hazırlıkları düşündüğümde ve bu yaşadığımız günlerde geçirdiğimiz bayramları gördüğümde ister istemez ah nerede o eski bayramlar demeden edemiyorum işte.
Yakındaki eş dost akraba ile bayramlaşırdık. Bildiğiniz bayram kutlaması yapardık. Uzaktakiler bayramda aranır, tebrik edilirdi. Sabah erkenden bayramda yapılacak törenleri izlemek, hiçbir anını kaçırmamak için aceleyle evden çıkardık. Geçit törenleri, bandolar, askerler, fener alayları… Evlerde ve iş yerlerinde asılmış bayraklar… Şimdi ise her şey göstermelik gibi geliyor bana. Zaten artık sansürlenmiş film izler gibi bayram geçiriyoruz. Cılız bir kitle ile mır mır okunan istiklal marşı, yapılırsa iki küçük konuşma ve ardından programımız sona ermiştir, teşekkür ederiz…
Eminim okul dönemine denk gelen bayramların öğrenciler için tek anlamı tatil olmasıdır. Çalışanlar için de öyle. Şirketler, kamu kuruluşları o gün resmi tatil olduğu için çalışmazlar. Bir günlük tatil işte. Bu gün neydi? Niye tatil? Ne oldu da biz okula veya işe gitmiyoruz? Sahiden kaçımız 30 Ağustos Zafer Bayramı ile ilgili konuşabiliriz? Artık eskiden olduğu gibi şehrin ana yolları trafiğe kapatılıp geçit töreni filan düzenlenmiyor. Haliyle bir yerden bir yere giderken rastlayıp rahatsız olmayacak birileri. Belki bir stadyumda bir iki tur atanlar vardır istemeye istemeye. Eh bayrak filan asan da kalmadı zaten. Sabah erken TV başında olanlar belki beş veya on dakika törenlerden görüntü izleyebilirler. Gazetelerde, internet sitelerinde veya TV lerde logonun yanında bayrak olduğunu gördükten sonra o günün bayram olduğunu fark edenlerin sayısı artık hiç de az değil.
Oysa 30 Ağustos, düşman devletlerin bir pasta gibi paylaştıkları ülkemizin, bu işgalci güçlerden kurtarıldığı tarihtir. Bu tarihi unutmak, önemsememek, yapabileceğimiz en büyük hatalardan biridir. Eminim aramızda herkesin beyni yıkanmış değildir. Hatırlayanlar, bilenler vardır ancak böylesine anlamlı bir günde en azından bu güne ilişkin bilgi paylaşımı yapmayı kendime bir görev sayıyorum.
Birinci Dünya Savaşı ardından Osmanlı Devleti ile İtilaf Devletleri arasında 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması, koşulları itibariyle Türk topraklarının tamamen işgalini hedef alıyordu. 10 Ağustos 1920’de yine Osmanlı Devleti ile İtilaf Devletleri arasında imzalanan Sevr Antlaşması da Türk milletinin yok sayılmasına neden olan çok ağır koşullar içeriyordu. Türk milleti bu antlaşma hükümlerini hiçbir zaman kabul etmediğini, Atatürk’ün önderliğinde başlattığı bağımsızlık mücadelesi ile bütün dünyaya ilan etmiştir.
19 Mayıs 1919’da Atatürk’ün Samsun’a gelerek başlattığı bağımsızlık mücadelesi adeta bir çığ gibi büyümüş, yapılan kongreler ile birlikte daha da sağlam bir milli hareket haline dönüşmüştür. 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılması ile memleket yönetiminin halkın kendisine verilmiş olması, milli mücadelenin zaferle sonuçlanmasındaki ki en büyük etkenlerden biri olmuştur.
Vatanın ve milletin bağımsız bütünlüğünü korumanın yolunun, düşmanla top yekun mücadele edilmesiyle mümkün olacağı fikrine sahip olan Meclis, bir çok önemli kararlara imza atmış, düzenli ordu kurularak ilk olarak Doğu’da Ermeni çetelerine karşı önemli başarılar elde edilmiştir. Elde edilen her başarı halkın moral gücünü yüksek tutmuş, İnönü Muharebeleri ile Batı’da Yunanlılara çok ağır kayıplar verdirilmiştir. 23 Ağustos-12 Eylül 1921 tarihleri arasında yapılan Sakarya Meydan Muharebesi ile Yunanlılar büyük bir bozguna uğratılmış, bu savaş sonrasında TBMM tarafından, Mustafa Kemal’e “Gazi” unvanı ve “Mareşal” rütbesi verilmiştir.
Türk tarihinin dönüm noktalarından biri olan Sakarya Savaşı’nın Türk ordusu tarafından kazanılması ile artık büyük zafere çok yaklaşılmıştır. Düşmanın son bir harekat ile vatan topraklarından atılması için tüm hazırlıklara son hızıyla devam ediliyordu. Tahrip olan toplar onarılmış, silah ve cephaneler temin edilmiş, Güneydeki Türk birlikleri gizlilik içerisinde Batı cephesine kaydırılmış, ordu taarruz eğitiminden geçirilmiş böylelikle 1922 yılı Ağustos ayına kadar tüm hazırlıklar tamamlanmıştı.
Başkomutanlığını Gazi Mustafa Kemal’in yaptığı ordumuz 26 Ağustos 1922’de düşmana karşı taarruza geçerek bir saat gibi kısa bir sürede düşman mevzilerini ele geçirdi. 30 Ağustos günü çember içine alınan düşman kuvvetleri yok edilirken, elde edilen esirler arasında Yunan Başkomutanı Trikopis’te bulunuyordu. Bu savaş Mustafa Kemal’in önderliğinde yapıldığı için Başkomutanlık Meydan Muharebesi olarak adlandırıldı.
Büyük Taarruz’un başarı ile sonuçlanmasının ardından kaçan düşman askerleri İzmir’e kadar takip edilerek 9 Eylül 1922’de İzmir’inde kurtarılması ile yurdumuz tamamen düşmanlardan temizlenmiş oldu.
Halkımızın olağanüstü gayret ve gücünü tüm dünyaya göstermiş olması açısından büyük bir öneme sahip olan 30 Ağustos Zaferi, milli bir bayram olarak her yıl büyük bir coşku içerisinde kutlanmaktadır.
Tarihe altın harflerle yazdığımız bu zafer, ülkemizin birlik ve beraberliğinin, ulusal bütünlüğümüzün nasıl bir tehlikeden kurtarıldığını, bağımsızlığa, kardeşliğe, laik cumhuriyete ve demokrasiye atılan en önemli adımlardan biri olduğunu hatırlatıyor. Elma Dergisi olarak bu önemli günü hatırlamaktan ve zaferimizi kutlamaktan gurur duyuyoruz.